GÜNDEM › Biz onları Uzakdoğulu sevmiştik oysa!

Biz onları Uzakdoğulu sevmiştik oysa!

02 Ekim 2012 / 02:24 "1980’lerin sonunda başlayıp 1990’ların ortasına kadar süren Japon taarruzunu, o çekik gözlü otomobilleri çok özlüyorum"

Biz onları Uzakdoğulu sevmiştik oysa!
Uzun zamandır "ne olacak bu Uzakdoğulu markaların 'Avrupalı' hali" konusunu yazmak istiyorum. Her biri, ama Japonya'sından Güney Kore'sine, her biri "Avrupalı kullanıcıların beklentileri"ni karşılamak için çırpınırken kendi ruhlarını yitirdiler, farkında bile değiller. Biz onları Uzakdoğulu oldukları için sevmemiş miydik? Kendi çocukluğumun ilahlarından Datsun Fairlady'den başlayıp bugünün Mazda6’sına kadar en az 500 tane Japon yada Güney Koreli model kullanmışımdır, her birinin güzelliği, ucuzluğu, kalitesi, meydan okuyuşu ya da alay konusu olabilmesi ayrıdır. Tıpkı Avrupalı ya da Amerikalı üreticiler gibi… Ama hiçbir ulus da kendisini başka ulusları memnun edebilmeye bu kadar adamamıştır! Geyşalık ruhlarında mı var nedir!Hani o mekanik kusursuzlukları, elektronik sorunsuzlukları, haklı olarak övündükleri arızasızlıkları vs. vs... Japon otomobili denildiğinde anlaşılan 1970'lerden beri, az yakıt tüketmeleri, arıza yapmamaları ve kaliteleriydi. Rönesansı yaşamadıklarından tasarım ekolleri belki Eski Dünya’lılar kadar ilerici olamayabiliyordu ama 1600’lerdeki Shimabara İsyanı’nı takip eden 250 yılda bütün Japonya içe kapanmış ve kendi kültürleriyle demlenip 19. yüzyıla uzanmışlardı. Bu da onların rönesansıydı! Ama büyüyen dünya pazarlarında paylarını artırmak için büyük adımlarla genişlemeleri, bütün müşterilerin beklentilerine cevap verebilme kaygıları, özgünlüklerini yitirip, ortayı bulma çabalarını yoğunlaştırdı. Buraya kadar elbette ki tamam, bir kere en başta yapılan işin ismi ticaret, müşteriyi kaçırmamak, kaptırmamak gerek. Ve hiçbir marka hayır işlemek için üretim yapmıyor. Ancak şu "Avrupalı kullanıcıların beklentilerine göre otomobil üretmek" dillere pelesenk edilmekle kalmadı, Uzakdoğulu markaların isimlerine yapıştı! Bu kadar yıl otomobil gazeteciliğinin içinde yer alıp, Avrupa'sını da Japonya'sını da üretim merkezleriyle, insanlarıyla, kültürleriyle yerinde tanıyıp anlamaya çalışsam da şu malum “Avrupalı kullanıcıların (!)” profilini kavrayamadım gitti! Muhtemel Amerikalı kullanıcıların da Uzakdoğulu otomobil üreticilerine karşı alerjileri ve abuk subuk beklentileri var. Ama o dev pazar için uygulanan ihracat kotasına karşı oralarda kurulan fabrikalar ve yaratılan markaların yanında bir de "Amerikalı kullanıcıların beklentileri" gibi bir kavramın böylesine dillendirildiğini anımsamıyorum. Zaten fabrika kurup Amerika’ya özel marka yaratmışlar ya, daha ne olsun!.. Bu uğurda Honda’dan Nissan’a, Toyota'dan Hyundai'ye Avrupa'da fabrika kuran üreticiler de oldu. Avrupa'da kök salabilmek için giriştikleri büyük bütçeli sponsorluklar da oldu, mütevazı forma reklamları da, dev yatırımları da. Ama gelin görün ki 20-25 yılda hala Avrupalı kullanıcıları tam tatmin edebilmiş değiller! Bunun adı Japonlar ya da son dönemdeki Güney Koreliler için asla "becerememek" olamaz, başka bir şey olmalı! Kişisel fikrim Avrupalıların Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne alırmış gibi yapıp hiçbir zaman almamaları gibi bir sürüncemede bırakma meselesi bu Avrupalı olma konusu! E Japonlar da gururlu insanlar, yediremiyorlar tabii, bu uğurda harakiri yapan marka yöneticileri olduysa hiç şaşırmamak lazım! Koreliler'in de onlarda aşağı kalır yanı olamaz. Bir tek Çin markaları yapılan tüm aşağılamaları sineye çekiyorlar... Bakalım o da şimdilik tabii... Güvenlik düzeyleri yetersiz, teknolojileri geride, tasarımları kişiliksiz falan fıstık!.. Ama "melanet" Avrupalı kullanıcıların somut kanıtları tükendiğinde Çin markaları da "tüm ihtişamlarıyla" Avrupa bulvarlarında boylarını göstereceklerdir...Oysa Avrupalı markalar küçümseseler de bir marka gelenekleri olmamasından dem vursalar da Uzakdoğulu markalar, derin ve köklü birer medeniyetin içinden doğmuştur. Ve 20. yüzyılın başlarına baktığımızda 1920'lerden itibaren Japonya'da otomobil markalarının doğduğunu, İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği dev yıkıma karşın durmaksızın yollarına devam edebilir teknoloji geliştirmeyi sürdürdükleri görülmektedir. Büyük savaştan ağır yenilgiyle çıkılmasına rağmen sadece iki yıl içinde, 1947’de Tachikawa Aircraft Company, Tama EV adlı elektrikli otomobilleri üretmeye başladı. 1966’da Nissan ile birleşene kadar güçlü bir Japon otomobil markası olarak yaşayan Prince’in amblemini taşıyan Tama EV, bu anlaşmayla Nissan’ın da geçmişinde yerini aldı. Dolayısıyla, genel anlamda neredeyse hiçbir Japon icadı olmamasına karşın, Avrupa ya da Amerikan kültürünün icat ettiği ürünleri yeniden yaratırcasına geliştirmekte fenomen olan Japonlar, (içinde bulunduğumuz dönemde Güney Koreliler ve çok yakında Çinliler), teknolojiyi domine etmeyi sürdürecekler. Şaka değil, icatları yok denecek kadar azdır, ama geliştirmeyi çok çok iyi becerir Japonlar! Yoksa dünyanın çeşitli otomobil fuarlarında Avrupalı markaları taşıyan otomobillerin altına yatıp olmadık somunları, vidaları dakikalarca fotoğraflayan, filme çeken "ajan" çekik gözlülerin merakı ne? İşte o çalışmalar, taklit efsanelerinin ardında yatan sırların ilk basamağıdır! Japonya'da bizzat gözlediğim bir durumdu Avrupalı markalara tapınmaları. Ama şu Avrupalı kullanıcıların beklentileri meselesini yaratan biraz da kendileri değil mi?Peki neden "Avrupalılar gibi" olmak istiyorlar? Maksat gerçekten Avrupalı müşterileri memnun edebilmek ve pazardaki paylarını büyütebilmek mi? Yoksa bu mesele Uzakdoğu'nun bir takıntısı mı? Bir Uzakdoğu kompleksi mi? Tokyo banliyölerinde Batılı gençler gibi giyinip saçlarını sarıya boyatan ve “neden biz böyleyiz”I oynayan asi gençlerin ki gibi bir tavır mı? Bizler 1970'lere yetiştik ama 1960'lardaki S800 neden hala bir efsane sayılıyor, 1970'lerdeki Datsun Fairlady Z'nin kalplerdeki yeri neden dolmuyor, 1970'lerdeki petrol krizine çare olarak üretilmiş Honda Civic miti neden herkes tarafından biliniyor, 1980'lere ait bir Nissan Sylvia'nın, Skyline GT-R’ın adı geçince spor otomobilden biraz anlayan herkes neden ceketinin düğmelerini ilikliyor? Ya Subaru? Impreza ile dev markaların bileğini büken Japonlar değil miydi? Mazda'nın RX-7'lerine, Toyota'nın Celica'larına, MR2'lerine ve daha nicelerine söyleyecek söz yok... Bu kadar yer etmiş otomobiller üretebilmişken gerçekten Avrupalı olmak gerekiyor mu? Avrupalı kullanıcıların gönlünü kazanacağız, hoş tutacağız diye markalar birer birer ruhlarını yitirmiyor mu? lginç, sıradışı tasarımları özelliklerini kaybetmiyor mu? Sizi bilmem ama ben 1980’lerin sonunda başlayıp 1990’ların ortasına kadar süren Japon taarruzunu, o çekik gözlü otomobilleri çok özlüyorum. Ya Avrupalıların durumu ne olacak? Çekik gözlülere bilerek mi çektiriyorlar Avrupa kapılarında, yoksa bir otomobilden bekledikleri çok mu fazla? Hele özellikle Avrupa'da otomobil denilen nesne, son dönemde "bir yerden başka yere gitmek için kullanılan araç" durumuna getirilmişken... Ne bekliyorlar da Japon ya da Koreli markalara burun kıvırabiliyorlar?Çin markalarını şimdilik anlayabiliriz ama o da belli ki çok sürmeyecek! Aslında birçok markanın ürettiği otomobillerin sağlamlık derecesi benzer düzeydeyken stratejik bir hamleyle güvenlik sembolü olarak bilinen Volvo'nun satın alınmasıyla başlayan eksiklerini giderme ve sağlam imajını kazanma sürecinde onları da çok yakında premium pozisyonlarda görebileceğiz! Ekstradan alacakları knowhow da bonusu! Peki nedir bu Avrupalıların bekledikleri? Mercedes-Benz ya da BMW gibi tok kapanan kapılar mı? Kapılardan rüzgar, tabandan yol/su, tavandan rüzgar sesini duymamak mı? Avrupalı premium modellerin neredeyse 1/4ü oranında hafifleyip en az %20 oranında daha az yakıt tükettikleri için rağbet görmediklerinden bunları geri çevirmeleri mi? Daha "oturaklı" olabilmek için arka akslarına birer lastik daha mı eklemeliler yoksa??? Fiat’tan Renault’dan yol sesi duyulmuyor mu? Sakın bu müşteriler alınacak her bir ekstra donanım için daha fazla ödemek istiyor olmasınlar? Belki de Japon ya da Güney Koreli markaların garanti sürelerinin çok uzun olmasından şikayetçidirler... Güvenlik kaygıları bile ağır basıyorsa, yıllar önce Japon üreticiler "deformasyon alanlarının" önemine parmak basıp "kalın gövde sacları"nın yaralanma ve/veya ölümlerde ince saclara göre daha tehlikeli olabildiğini kanıtlamadılar mı? İnce saclar belki darbe aldığında buruşuyor ama gelen darbenin şiddeti yolculara ulaşmadan sönümlenebiliyordu! Yüzyıllar önce kültürlerinde origaminin yaratıcısı olarak katlanmayı iyi bilmeleri düşünülemez mi? Ya beşik gibi sallanan coğrafyalarının gereği olarak "kağıt evleri" minkaların deformasyon bilgi birikimlerinde payı yok mudur? Avrupalıların bir "beğeni takıntısı" yaşadığı kesin ama Uzakdoğuluların da bu konuda kompleks yaptıkları da tartışılmaz! Benim bu konuda ulaştığım nokta, "Avrupalı olma" meselesinin bir pazarlama stratejisinden başka bir şey olmadığı. Biraz tavşana kaç, tazıya tut meselesi… Otomobil denilen nesne politik akıllara esince "haydi biz de yerlisini yapalım" diye hafife alınabilecek bir konu değil ama yapıldığı zaman da erişilmesi uzun zaman, kültür ve teknoloji gerektiren bir süreçtir. Kullanıcıların profili kullanılarak Uzakdoğulu üreticilere çekilen politik bir settir "Avrupalı kullanıcılara layık olabilmek"... Uzakdoğuluların gurur meselesi yaptıkları “Avrupalı hissettirebilme” absesyonuysa artık biraz "abiler gözünüzün yağını yiyeyim" tadı vermeye başladı doğrusu. “Hayır, siz Japon olarak iyiydiniz, Avrupalı taklidi yapmanıza gerek yok” diyecek müşteriler görmek istiyorum! Ağzınızla kuş tutsanız onlar sizi asla Avrupalı gibi algılamayacaklar, siz hep Uzakdoğulu kalacaksınız. Ünlü halk ozanımız Tarkan’ın söylediği gibi; “başkası olma kendin ol, böyle çok daha güzelsin”!

ÇOK OKUNANLAR